Yıllık iznimin tümünü Hindistan seyahatinde harcadığım için
resmi tatil ve hafta sonu birleşmesi ile oluşacak blog tatiller benim için çok
önem kazanmıştı. Bu süreler yıllık izin
hakkını doldurmuş benim gibi biri için kısa soluklu da olsa İstanbul'dan
uzaklaşmak, gezmek ve tatil yapmak için yeterli fırsatı tanıyor lakin.
19 Mayıs’ta böyle bir fırsatın olacağını bildiğimden uzak bir yerlere kaçmak ve
farklı bir aktivite yapma
planları kuruyordum içten içe. Araştırmalarım sırasında Fethiye’den Antalya’ya kadar uzanan (509 km)
Likya Yolu olarak ifade edilen çok meşhur
bir yürüyüş rotasının olduğunu öğrendim. Bu rota, 10-20 km arasındaki
değişik mesefalere sahip 26-27 etaptan
oluşuyor. Doğa ve trekking
tutkunları bu yolları tercihlerine göre ister tek parça halinde ( ki tüm parkur bir seferde yürünürse 30 gün falan
sürüyor) isterlerse parça parça yürüyorlar. Yürüyüşler
esnasında yeşilin ve mavinin her tonuna
şahit olunabilecek muhteşem doğal güzellikler ve tarihi antik kent kalıntıları
arasından geçiliyor. Ben, bu rotanın en
güzel ve en sembol rotası olarak
bilinen toplamda 23 km’lik uzunluğa
sahip Adrasan-Gelidonya Feneri ve Karaöz arasını yürümeye karar verdim. Daha önce yürüyüş tecrübesi olmayan
benim gibi biri için epey büyük bir
meydan okuma olacak. Ama sanıyorum hayatımın
en harika deneyimlerinden birini daha yaşamış olacağım. Bu yürüyüşte elbetteki
yalnız olmayacağım. Benim gibi gözü kara bir arkadaşla yola koyulacağız.
Okuduklarımdan öğrendiğime göre ortalama bir tempo ve dinlenmeler ile birlikte
10 saatlik bir yürüyüş olacağını tahmin ediyoruz. Herhangi bir engel çıkmaz ise sabah 08:00’de Adrasan’dan çıkıp akşam 18:00
cıvrında Karaöz’de olmayı planlıyoruz. Diğer
yandan biliyorumki bu yürüyüş buraya yazdığım kadar kolay olmayacak. Özellikle Adrasan ve Gelidonya Feneri
arasının epey zorlu olduğunu okudum.
İşler yolunda gider ve planlarımda bir aksilik çıkmaz ise parkurun detaylarını ve nasıl tecrübe ettiğimi İstanbul'a döndükten sonra yazacağımı umuyorum
İşler yolunda gider ve planlarımda bir aksilik çıkmaz ise parkurun detaylarını ve nasıl tecrübe ettiğimi İstanbul'a döndükten sonra yazacağımı umuyorum
Bu kısa soluklu tatilim esnasında (16-17-18-19 Mayıs) Adrasan, Karaöz ve
Çıralı’da vakit geçireceğim. Trekking sonrası kendimi Çıralı plajlarına
atarak ödüllendirmek istiyorum. Doğrusunu isterseniz Çıralı’yı çok merak
ediyorum. İnstagram’da gördüğüm
fotoğraflar ve bloglardan okuduğum izlenimler beni benden aldı. Adrasan, Karaöz ve Çıralı izlenimlerimi de blogda paylaşmak istiyorum.
Yazıyı bitirirken yeni yerler keşfetmek, yeni insanlar tanımak anlamında benim ilham kaynağı filmlerimden biri olan İnto
the Wild filminden bahsetmek istiyorum. Sean Penn’in gerçek bir yaşam
öyküsünden esinlenerek yazıp yönettiği bir film bu. Film, cok iyi bir üniversiteyi bitirmiş bir
gencin, kendisini bekleyen parlak bir kariyeri reddedip doğal yaşamın içine
doğru yola koyulmasını anlatıyor.
Kahramınız yola çıkarken gündelik hayatla
tümüyle ilişkisini koparıp geride hiçbir iz bırakmıyor. Yolculuğunda, para, kimlik, telefon vs. hiç bir şeye ihtiyaç duymuyor.
Tüm bunları “insanı daha az
seviyorum diyemem ama doğayı daha fazla “ felsefesi ile yapıyor.
Film bir başyapıt olmasa bile izleyenleri düşündürtmesi, bulunduğumuz maddiyat ortamını sorgulatması ve hayatımızı nasıl yaşamak
istiyoruz sorusunu sordurtması açısından
önemli bir işleve sahip kanımca. Filmin
müzikleri de çok sağlam bu arada.
Aşağıya birini bırakıyorum. Hemen alttaki de filmden bir alıntı.
Mutluluk uçsuz bucaksız ormanlardadır,
bomboş sahillerdeki coşkudadır.
İnsan elinin değmediği bir yerdedir,
denizin diplerinde ve gürlemesindedir.
İnsanı daha az sevmem ama doğayı ondan çok severim
bomboş sahillerdeki coşkudadır.
İnsan elinin değmediği bir yerdedir,
denizin diplerinde ve gürlemesindedir.
İnsanı daha az sevmem ama doğayı ondan çok severim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder