27 Mayıs 2015 Çarşamba

Likya Yolunda Adrasan Gelidonya Feneri Karaöz Parkurunda Trekking

17 Mayıs Pazar sabahı saat  07:20 gibi kahvaltılarımızı yapıp yola koyulduk. Kaldığımız yer Adrasanın kuzey sahili ve  Arda tepesi  tarafında olduğu için ilk olarak   sahile paralel olan asfalt yoldan bir süre devam edip  Likya yolu tabelasının olduğu noktadan da  toprak yola doğru kıvrıldık.  Bizim yola koyulduğumuz saatlerde sahilde bazı insanlar yoga yapıyordu.
 Tabelanın Karaöz tarafını gösterdiği yol, ormanın içine doğru giden aynı zamanda arabalar için de müsait olan  toprak bir yol.  Bu yol boyunca sağ tarafınızda yangının izlerinin azalmış olduğu çam ormanı, sol tarafınızda ise  köylülerin pansiyonlarını görüyorsunuz. Tabeladan 500-600 m sonra toprak yolun bitip ormanın başladığı sağ ve sol’a ayrılan  bir noktaya geldik. 24 km’lik yürüyüşümüz boyunca ilk ve en uzun tereddütümüzü burada yaşadık.  Gördüğümüz işaretler bizi  sol taraftan Adrasan sahil tarafına doğru yönlendiriyordu. Bunu ilk anda değil biraz yürüdükten sonra  anladık. Emin olmak ve vakit kaybetmemek için o  anda göz ufkumuzda olan bir tesise yönelip doğru yolu sorduk.  Düşündüğümüz gibi  geldiğimiz  yoldan değil de diğer taraftan yola devam etmeliydik. Ormanı çevreleyen dikenli telleri solumuza alacak şekilde yolumuza devam ettik.  Hafif yokuş  olan ve çam ağaçlarının gölgelediği bu yoldan  biraz yürüdükten sonra   aşağıda gördüğünüz terkedilmiş deve çiftliğine vardık. Burası Adrasan’a 1,5-2 km arasında mesafede bir yer. Daha önce okuyup öğrendiğimiz gibi burası Adrasan çıkışındaki ilk ve son su kaynağı. Bu noktadan sonra  çok uzun bir süre su kaynağı görmeyeceğiz.   Elimizi yüzümüzü yıkayıp sularımızı içtikten sonra yolumuza devam ettik.
Deve çiftliğinden sonra  yolu gösteren işaretler belirginleşmeye başlıyor. Kafanızda tereddüte imkan vermeyecek ölçüdeki   bir sıklıkta taşlar ve ağaçlar üzerinde kırmızı beyaz yada yeşil beyaz boyalı  işaretleri görüyoruz. İşaretlerin yanı sıra yol üzerinde ağaçlara monte edilmiş sarı siyah renkli mesafe tabelalarını gördük
Yürüyüşümüzün ilk 8 km’sinin rahat ve beklediğimizden kolay geçtiğini söyleyebilirim. Bu 8 km yol boyunca,  inişli çıkışlı yer yer taşlı kayalı patikalarda ilerledik. Taşlık ve kayalık patikalarda yürürken çok dikkatli davrandık zira bu bölümler ayak burkulmasına yol açabilecek  özelliklerdeydi. Diğer yandan yolumuz üzerinde çok sayıda devrilmiş  ağaçlara da rastladık


Yolumuzun bu bölümünde yoldaki ilk karşılaşmamızı gerçekleştiriyoruz. Fotoğraflarda gördüğünüz abi tek başına ayağında protez olduğu halde kamp atmalı şekilde bu yolları yürüyormuş. 8 km’den sonra  yürüyüşümüzün epey zorlu geçtiğini söylemeliyim. Artık giderek  dikleşen  kimi zaman dar ve kıvrımlı yollar ile karşılaşıyorduk.  Bu bölümlerde tempomuz  epey düşmüştü. Zira yolun zorluğu bir yana artık yorulmaya başlıyorduk. Güneşte  tepemize doğrudan düşmeye başlamıştı. Zirvelere çıktığımız bu bölümlerde yolda başka  insanlarla karşılaşmaya devam ediyoruz. İlk olarak kadınlı erkekli orta yaş üstü tam bir emekli topluluğu diyebileceğim bir kafile karşımıza çıktı. Ardından belirli aralıklarla çift oldukları anlaşılan yabancı turistlerle göz göze gelip selamlaştık.  
Gücümüzün tükendiğini  ve acıktığımızı hissettiğimiz bir anda uygun bir gölgelik alanda birşeyler yemeye karar verdik. Mola verdiğimiz nokta sanıyorum yürüyüşümüzün 12. km’sine yakın bir noktada zirvelerde bir yerdeydi. Öğle yemeğimiz gerçekten lezzetliydi.  Adrasan'da bir gün öncesinden marketten kutu vişne suyu ile beraber  ekmek,  domates, dilim kaşar ve salam almıştık.  Sandiviçlerimizi tatlı bir muhabbet ve eşsiz bir akdeniz manzarası  eşliğinde yedikten  sonra yolun kalan kısmı için güçlü bir motivasyonla yolumuza  devam ettik. İlerlerken farkediyoruzki artık tırmanışımız bitmiş ve inişe geçiyoruz. Zaten çok geçmeden Gelidonya Fenerini görüyoruz.  Aşağıda görebiliyorsunuz değil mi?

 
Artık büyük bir heyecan ve  hevesle fenere doğru inmeye başladık.  Feneri görmüş olmanın yüzümüzde oluşturduğu tebessüm ve coşku ile tempolu ve rahat bir iniş gerçekleştirdik Artık her adımımızda  fener giderek daha belirginleşirken  fenerin etrafında da insanlar  görmeye başlıyoruz. Anlıyoruzki kalabalık bir kafile Karaöz tarafından Fenere çıkmış.   Açık konuşmak gerekirse bu kalabalık insan topluluğundan içten içe rahatsız oldum. Çok kalabalıktılar, çok gürültü çıkarıyorlardı ve fenerin dinlenme ve keyif alanı olan sedir bölümünü tamamıyla doldurmuşlardı.  Bu nedenlerden feneri ve sahip olduğu manzarayı doyasıya sindiremedim, keyfini çıkaramadım.  Fenerin etrafında biraz dolaşıp bir iki  fotoğraf çektikten sonra fazla zaman harcamadan devam etmeye karar verdik maalesef. Bu arada unutmadan belirteyim Gelidonya Feneri’ne geldiğimizde saat 14:00 cıvarındaydı. Yani  yaklaşık 6 saatte tüm molalarımız dahil 16 km yürümüştük.

Karaöz’e 8 km kalmıştı artık. Yolumuzun bundan sonraki kısmının aşağı inişle geçecek rahat bir yol olduğunu biliyorduk.  Fener’den 2 km kadar çam ağaçları arasından yürüyüp aşağıda fotoğrafının olduğu  Karaöz 6 km tabelasına kadar geldik. Yürüyüşümüz oldukça tempolu gerçekleşiyordu.  Yürüdüğümüz yollar arabalar için de müsait olan bir orman yoluydu artık.  Karaöze doğru yaklaşırken  yer yer önümüze akdenizin büyüleyici manzaraları açılıyordu. Bu mazaraları gördükçe denize girmek için giderek sabırsızlanıyorduk. Biliyoruz ki yolumuzun üzerinde harika bir koy “korsan koyu” bizi bekliyordu. Tempomuzu hiç düşürmeden Korsan koyuna vardık.  Korsan koyuna vardığımızda mangal yapmak, denize girmek ve kamp atmak için gelmiş bir çok insanı gördük. Ama bu sefer bu kalabalık,  deniz keyfinden beni mahrum edemedi.
  Yaklaşık 1 saat korsan koyunda denize girdik. Serinleyip yeteri kadar  dinlendiğimizi anladığımızda  yolumuza tekrar koyulduk zira daha önümüzde 2km daha yol vardı.  Korsan koyundan sonra  yolumuzu bulmakta küçük tereddütler geçirsekde etrafta gördüğümüz birisinden yardım alarak yolumuza devam ettik. En sonunda de aşağıda gördüğünüz  Likya yolu tabelasına varmayı başardık. Saate baktığımızda saat 17:30’a yaklaşıyordu. Tam planladığımız bir zamanda Karaöze varmıştık.  Artık kutlama ve kendimizi ödüllendirme zamanıydı.  Yol boyunca sıcaktan bezmiş bünyemizi diriltecek soğuk bir bira hayali kurmuştuk.  Yakınlarda güzel gölgelik bir noktada masası da olan bir markete ulaştık. Biralarımızı alıp masaya oturduğumuzda Karaözlü Zeki abimizle tanıştık. Kendisi Karaözde emlakçılık, balıkçılık, tarım ve  pek tabi siyaset ile uğraşıyormuş J İçi dışı bir, hoş sohbet, dünya iyisi bir insandı. Öyleki 2 saati geçkin  sohbet ettik.  Saat daha da geç olmadan kendisinden Çıralı’ya nasıl gidebileceğim yönünde bilgi aldıktan sonra vedalaşıp ayrıldık. Umarım bu abimizi bir gün tekrar görme şansım olur.





22 Mayıs 2015 Cuma

Çıralı 18-19 Mayıs 2015

Kumluca minibüsünden Çıralı sapağında indiğimde  akşam saat dokuz cıvarıydı. Trekking sonrası oldukça yorgundum. Yorgunluğum bir yana  24 km’lik bir yürüyüş sonrası ayaklarım da şişmişti artık. Değil adım atmak ayakta durmak bile ızdırap vericiydi. Tek isteğim bir an evvel kalacağım otele gidip duş almak, birşeyler yemek ve deliksiz bir uyku çekmekti.  Sapağa indiğimde hava epey kararmıştı. Tek tük araç geçiyordu. Bu durum otostop şansımı epey düşürmüştü. Yorgunluğumdan dolayı da bekleyecek durumda değildim zaten. Sapakta benim gibi bir fırsatı bekleyen uyanık taksiciye pazarlık  bile yapamadan  tabi olmak durumunda kaldım bu nedenle.


Otele gider gitmez düşündüklerimi yaptım. Önce sıcak bir duş aldım, sonra hafif bir yemek ve güzel bir çay ardından deliksiz bir uyku çektim.  Kaldığım yerin adı Çıralı  Olimpos Otel.  Serpil Hanım ve annesi birlikte işletiyorlar. Doğrusu  insanın içini açacak bir ilgi ve güleryüz gösterdiler.  Güzel, samimi sohbetlerde ettik  birlikte.  Genelde  turizmcilerin takındığı yapmacık bir samimiyet değildi yüzlerindeki. İçten gelen, arkadaş, dost yakınlığı türünden bir samimiyetleri var.  Otelin gösterişsiz ama güzel bir  bahçesi var.  Odalarda gayet yeterli. Otel sahile 3 dk’lık bir yürüme mesafesinde ayrıca.

Çıralı Adrasan’a göre daha büyük ve düzenli bir plaja sahip.  Sahil tümüyle irili ufaklı çakıl taşlarından oluşuyor Çıralı denizi de tıpkı Adrasan’da olduğu gibi pırıl pırıl ve masmavi. Su ise serin. Bozcaada’da denize girmişseniz  bilirsiniz onun bır tık altı serinlikte. Öyleki su’daki serinliğin havadaki esintiyle birlikte teninizde ağır ağır kıpraşmalara neden olduğunu farkediyorsunuz. Çıralı sahili doğallığını koruyabilmiş bir sahil. Caretta caretta olarak bildiğimiz deniz kaplumbağaları yumurtalalarını bu sahilin belirli yerlerine bırakıyormuş.  Burası 2003 yılında dünyanın en iyi sahili seçilmiş aynı zamanda. Diğer yandan Çıralı sahilinde güzel bir tesisleşme söz konusu. Yola yakın tarafa yerleştirilmiş olan şezlong, minder ve şemsiyeler ( hasır şemsiyeler) gayet kullanışlı ve  düzgün durumda idi.  Bunları kullandığınız için kimse başınıza dikilip ücret talep etmiyor. Sahilin üst kısmında, toprak yolun diğer tarafında  restoranlar var. Restoranlardaki fiyatlar  bir tatil beldesi için normal kanaatimce.
Çıralı’daki en büyük aktivite, denize girip yüzmek, güneşlenmek, uyuklamak, kitap okumak biraz sonra tekrar denize girmek, kurulanmak, şezlongda uzanmak, kitap okumak ve acıktığını hissedip bira içip patates yemek şeklinde gerçekleşiyor. Yalnız bunları yaparken öyle dipsiz bir döngüye girdiğinizi falan hissetmiyorsunuz. Zamanın nasıl geçtiğini farketmeyeceğinize eminim.  Deniz ve kumsal döngüsü dışında akşamüstü Yanartaşa çıkabilir. Ben zamansızlıktan çıkamadım. Ama herkes görülmeye değer bir yer olduğunu söylemişti.
Çıralı sahilin uc tarafı olimpos sahili. Yalnız oralarda hiçbir tesis yok. Şezlong, şemsiye falan da yok. İnsanlar havlularının üzerinde güneşleniyor. Yiyecek ve içeceklerini yanlarında getiriyorlar. Olimpos sahili tarafındaki insan profili ile Çıralı sahili insan profili arasında bariz bir farklılık göze çarpıyor. Olimpos tarafında üniversite gençliğinin yanı sıra bohem ve salaş tarza sahip tiplerle karşılaşıyorsunuz çoğunlukla.  Olimpos sahil tarafının iç kısmında meşhur antik kent  kalıntıları var. Çıralı tarafından gelirseniz buraları ücretsiz gezebilirsiniz, olimpos tarafından gelirseniz ücretli giriş yapmak zorundasınız.

Yazıyı fazla uzatmadan bir özetle bir sonuç cümlesikuracak olursam; Çıralı gerçekten bakir belde. Beton yığınına dönüşmemiş  turizm beldelerinden kanımca. Havası, doğası, denizi  insanın  ömrünü tazeleyen cinsten. Tam huzur ve dinginlik arayanlara göre bir yer.




Adrasan 16 Mayıs 2015

Doğallık ve yerellik özelliklerini koruyan, mümkünse bakir  bir belde,  
Tertemiz bir deniz, 
Kafa dinlenilecek görece sakin sessiz bir plaj,
Yeme içme ihtiyaçlarımın karşılanacağı yeter sayıda mekan,
Yukarıda sıraladıklarım,  benim ideal tatil yeri anlayışımı ifade eden cümleler. Bu ifadelerimin sizde bir karşılığı yoksa Çıralı ve Adrasan’ı unutun. Bilin ki buralar sizin tarzınız değil..
Ya da şu zıtıkla anlatayım. Denizde ve karada piyasa ortamları olsun,  eglence olsun, gece hayatı olsun, gürültü olsun, çokluk olsun  diyorsanız Adrasan ve Çıralı size dar gelir.

Adrasan hilal şeklinde yaklaşık 3km  uzunluğunda bir plaja sahip. Plajın bir ucu çakıl taşlarıyla dolu, diğer bir ucu ise kumluk. Çakıl taşlarıyla olan bölüm sahilden bir iki metre sonra derinleşiyor. Kumluk olan taraf ise sığ.  Kumluk olan taraf daha kalabalık doğal olarak. Buna parelel olarak da o tarafta işletme ve dükkan sayısı daha fazla.  Deniz masmavi ve yüzeyde bastığınız çakılları görebileceğiniz kadar da berrak.   Su serin ama. Havadaki esintiyle birlikte teniniz suyun içinde diken diken oluyor.  Plaj düzenlemesi eksik sanki. Özellikle derenin denize boşaldığı bölümden başlayıp çakıl taşlı alanın biraz daha işlenmeye ve organize edilmeye ihtiyacı var. Zaten benim bulunduğum tarihte bir dozer çalışma yapıyordu oralarda  Sahilin 3 tarafı çam agaçlarıyla örülü tepelerle çevrili. Yüzerken sürekli bu tepelerdeki  yeşillikler gözünüze çarpıyor.  Sahilin sırtını verdiği taraf,  yangının  olduğu tepe. Ama yangının izleri kaybolmak üzere.  Yanan yerlerdeki siyahlıklar gitmiş, sarı yeşil renk belirgin olmaya başlamış.  Adrasan’da neredeyse tüm pansiyon ve restorantlar bahçeli.  Her gittiğiniz yerde doğal ortamı hissediyorsunuz.  Sizi bilmem ama bu doğal ortamlar içimde acayip bir yaşama coşkusu ve keyif hissi  yaratıyor.
Ben, sahili doğrudan görmeyen  fiyatıda bu ölçüde uygun   sahilin arka tarafında ama sahile yakın diyebileceğim Portakal Bahçesi adında bir pansiyonda kaldım.  Kaldığım yerin agaç, çiçek ve yem yeşil otların hakim olduğu  güzel bir bahçesi vardı. İşletmecisi de gayet ilgiliydi. Memnun kaldım. Tavsiye ederim her türlü.
Adrasan’da hava serin oluyor. Uzun kollu bir gömlek ya da ince bir  sweet yanınızda olursa iyi olur. İnsanların sahilden çekildiği, havanın serinlediği güneşin batmaya yüz tuttuğu bir zamanda yürüyüş yapmanızı ya da sahilde oturmanızı tavsiye ederim. Yanınızda güzel muhabbet edebileceğiniz biri olursa  tercihe göre de  bir iki bira elinizin altındaysa 10 numara bir keyif yaşarsınız.  Akşamları demlenmek, muhabbet etmek, yürüyüşe çıkmak  ya da  otel bahçesinde internette dolaşmak dışında bir seçeneğiniz yok belirteyim.

Adrasan sadece deniz tatiline gelenlerin değil aynı zamanda yürüyüşçülerin ve kampçıların da ilgi gösterdiği bir belde.  Sahilin üstündeki yolun geri taraflarında pansiyonda kalmak yerine  kamp kurmuş bir çok insana rastlıyorsunuz. Bu kamp kuranların bir bölümü de yürüyüşçü aynı zamanda.  Adrasan’da farkettiğim bir durum da insan kalitesi hakkında. İşletmeci, garson, bakkkal kim olursa olsun etrafta hödük  tipler yok.  Herkes muhabbete açık durumda. Sesi,  görüntüsü ya da davranışıyla  kimse sizin keyfiniz kaçırmıyor. 
Adrasan ile ilgili başka ne yazabilirim bilmiyorum  sözün özü   eğer muhteşem bir deniz ve  ömrünüze  ömür katacak bir doğal ortam arıyorsanız hiç  düşünmeyin Adrasan’a  gidin derim.




14 Mayıs 2015 Perşembe

Likya Yolunda Adrasan-Gelidonya Feneri – Karaöz Parkurunda Trekking Planım

Yıllık iznimin tümünü Hindistan seyahatinde harcadığım için resmi tatil ve hafta sonu birleşmesi ile oluşacak blog tatiller benim için çok önem kazanmıştı. Bu süreler  yıllık izin hakkını doldurmuş benim gibi biri için kısa soluklu da olsa  İstanbul'dan  uzaklaşmak, gezmek ve tatil yapmak için yeterli fırsatı tanıyor lakin. 19 Mayıs’ta böyle bir fırsatın olacağını bildiğimden  uzak bir yerlere  kaçmak ve  farklı bir aktivite  yapma planları kuruyordum içten içe.  Araştırmalarım sırasında  Fethiye’den Antalya’ya kadar uzanan (509 km) Likya Yolu olarak ifade edilen çok meşhur  bir yürüyüş rotasının olduğunu öğrendim. Bu rota, 10-20 km arasındaki değişik mesefalere sahip  26-27  etaptan  oluşuyor.  Doğa ve trekking tutkunları  bu yolları  tercihlerine göre   ister tek parça halinde ( ki tüm  parkur bir seferde yürünürse 30 gün falan sürüyor)  isterlerse  parça parça yürüyorlar. Yürüyüşler esnasında   yeşilin ve mavinin her tonuna şahit olunabilecek muhteşem doğal güzellikler ve tarihi antik kent kalıntıları arasından geçiliyor. Ben, bu rotanın en  güzel ve en sembol rotası  olarak bilinen toplamda 23 km’lik  uzunluğa sahip Adrasan-Gelidonya Feneri ve Karaöz arasını yürümeye karar verdim.  Daha önce yürüyüş tecrübesi olmayan benim  gibi biri için epey büyük bir meydan okuma olacak.  Ama sanıyorum hayatımın en harika deneyimlerinden birini daha yaşamış olacağım. Bu yürüyüşte elbetteki yalnız olmayacağım. Benim gibi gözü kara bir arkadaşla yola koyulacağız. Okuduklarımdan öğrendiğime göre ortalama bir tempo ve dinlenmeler ile birlikte 10 saatlik bir yürüyüş olacağını tahmin ediyoruz.  Herhangi bir engel çıkmaz ise sabah  08:00’de Adrasan’dan çıkıp akşam 18:00 cıvrında Karaöz’de olmayı planlıyoruz.  Diğer yandan biliyorumki bu yürüyüş buraya yazdığım kadar kolay olmayacak.  Özellikle Adrasan ve Gelidonya Feneri arasının epey zorlu  olduğunu okudum.
İşler yolunda gider ve  planlarımda bir aksilik çıkmaz ise  parkurun detaylarını  ve nasıl tecrübe ettiğimi İstanbul'a döndükten sonra yazacağımı umuyorum

Bu kısa soluklu tatilim esnasında  (16-17-18-19 Mayıs) Adrasan, Karaöz ve Çıralı’da vakit geçireceğim.   Trekking sonrası kendimi Çıralı plajlarına atarak ödüllendirmek istiyorum. Doğrusunu isterseniz Çıralı’yı çok merak ediyorum.  İnstagram’da gördüğüm fotoğraflar ve bloglardan okuduğum izlenimler beni benden aldı.  Adrasan, Karaöz ve  Çıralı izlenimlerimi de  blogda paylaşmak istiyorum.


Yazıyı bitirirken  yeni yerler keşfetmek, yeni insanlar tanımak  anlamında  benim ilham kaynağı filmlerimden biri  olan   İnto the Wild filminden bahsetmek istiyorum. Sean Penn’in gerçek bir yaşam öyküsünden esinlenerek  yazıp  yönettiği bir film bu.  Film, cok iyi bir üniversiteyi bitirmiş bir gencin, kendisini bekleyen parlak bir kariyeri reddedip doğal yaşamın içine doğru  yola koyulmasını anlatıyor. Kahramınız yola çıkarken  gündelik hayatla tümüyle ilişkisini koparıp geride hiçbir iz bırakmıyor. Yolculuğunda, para,  kimlik, telefon  vs. hiç bir şeye ihtiyaç  duymuyor.  Tüm bunları  “insanı daha az seviyorum  diyemem ama doğayı daha fazla “ felsefesi ile  yapıyor.  Film bir başyapıt olmasa bile izleyenleri düşündürtmesi,  bulunduğumuz maddiyat ortamını   sorgulatması ve hayatımızı nasıl yaşamak istiyoruz sorusunu sordurtması  açısından önemli bir işleve sahip kanımca.  Filmin müzikleri de çok sağlam bu arada.  Aşağıya birini bırakıyorum. Hemen alttaki de filmden bir alıntı.

Mutluluk uçsuz bucaksız ormanlardadır,
bomboş sahillerdeki coşkudadır.
İnsan elinin değmediği bir yerdedir,
denizin diplerinde ve gürlemesindedir.
İnsanı daha az sevmem ama doğayı ondan çok severim