BARSELONA
2015 Ocak ayında Hindistan’a giderken bir sonraki yurtdışı seyahatim için bu kadar uzun süre bekleyeceğimi hiç düşünmemiştim. O zamanlar her yıl bir defa yurt dışı yapma hedefindeydim. Şu an bakınca iddialı bir hedefmiş benim için J Sanırım bundan sonra beş yıllık hedefler koymam daha doğru olacak. Gerçi Türkiye gibi bir ülkede yaşıyorsanız hiçbir hedef kolay ulaşılabilir değil J
Kısmet 2020 Ocak ayındaymış. Pınar’la evlendikten sonra geleneksel olduğu üzere bir balayı tatiline gitmedik. Sömestir tatilini bekledik. Güney Afrika, Uzak Doğu diye düşünürken, en sonunda fazla uçmayalım deyip İspanya’da karar kıldık J İspanya rotamız için öncelikle Barcelona’yı belirledik, sonra da Endülüs bölgesi şehirlerini ekledik; Malaga, Ronda, Sevilla, Cordoba ve Granada. Barcelona dünyada en çok ziyaret edilen ve en beğenilen şehirlerden biri. Avrupa’ya çıkmamış benim için ilk görülecek şehir. Endülüs Bölgesi ise geleneksel İspanyol yaşantısı ve otantik Arap/İslam mirası ile görülmeyi hak eden bir bölge.
THY’den uygun bir kampanya ile gidiş Barcelona, dönüş Malaga olarak biletlerimizi aldık. (Bu yazıyı okuyup karşılaştırma yapmak isteyenler için gidiş-dönüş kişi başı 1000 TL civarında) Toplam 11 günlük bir seyahat süresi belirledik, Beş gün Barcelona, bir gün Ronda, iki gün Sevilla, bir gün Cordoba, bir gün Granada ve bir gün Malaga. Gittiğimiz bütün şehirlerde Airbnb evleri kiraladık. Barcelona’dan Malaga’ya geçerken hızlı tren kullandık, diğer şehirler arasında otobüs yolculuğu yaptık. Endülüs bölgesinde mesafeler oldukça kısa sayılır.
Barcelona El Prat Havaalanı'na iner inmez ilk iş, yerel bir gsm hattı aldık. İspanya’da görece uzun bir süre kalacaksanız mutlaka tavsiye ediyorum. Telefon irtibatı ve internet imkanı her yönden seyahatinizi kolaylaştırıyor. Toplu ulaşım için ise T10 dedikleri ulaşım kartını aldık. T10, 10 biniş hakkı tanıyan birden fazla kişinin paylaşabildiği, tüm toplu taşım araçlarında geçerli bir kart. Ayrıca, kullanmak için gün sınırı yok. Havaalanından şehre ulaşımı bizdeki Havataş benzeri Aerobus’ler ile yaptık. Tuttuğumuz Airbnb evi, La Rambla’nın 2-3 sokak arkasındaki Rambla del Raval’deydi. Burası, çoğunlukla göçmenlerin, daha çok Pakistanlıların yaşadığı bir sokak. La Rambla’ya 6-7 dk’lık bir yürüme mesafesinde. Merkeze yakın bir yerde kalmamız çok işimize yaradı, Barcelona’da görülecek bir çok yere yürüyerek gittik böylece. İlk gün saat 13:00 gibi evimize yerleştikten sonra şehri dolaşmaya çıktık.
1. Gün
La Rambla, La Boqueria, Christof Clomb Heykeli, Barri Gothic, Placa Reial, Barcelona Kathedrali, Plaça Sant Jaume, Barcelonota
La Rambla, Barcelona’nın en merkezi caddesi, bizdeki İstiklal Caddesi gibi düşünün. Onun kadar uzun değil; bir uçtan diğer uca 1,4 km. Cadde üzerinde mağazalar, kafeler ve restoranlar bulunuyor. Cadde üzerinde bulunan neredeyse her işletmenin vitrininde Barcelona futbol takımının bir formasını, kartpostalını, atkısını ya da posterini görüyorsunuz. Yürüyüşümüzün daha en başında futbol takımının şehirle nasıl özdeşleştiğini anlıyoruz böylece. Buna rağmen, Real Madrid caddenin ortasına Real Madrid Store’u açmış J Bağdat Caddesinde ya da Beşiktaş Çarşı'da buna izin verileceğini pek sanmıyorum. Cadde üzerinde envai çeşit insan görüyorsunuz. Çılgınlığın ötesinde fotoğraf çektiren Uzak Doğulu turistler, mekânlarına turist kapmaya çalışan Hintli göçmenler ve kuytu köşede takılan Afrikalı göçmenler sürekli gözünüze çarpıyor.
Deniz tarafına doğru yürürken çok geçmeden sağ tarafımızda La Boqueria’yı gördük. İçeri adım atıp dolaşmaya başladığımızda bizi birbirinden renkli meyve ve sebzeler, göz alıcı çikolata ve şekerler, daha önce hiç görmediğim deniz ürünleri, değişik değişik sakatatlar ve en çok da “iberico jamon” dedikleri kurutulmuş domuz butları karşıladı. İspanya’da peynir-ekmek gibi satıldığını anlayınca hayrete düştüğüm bu domuz pastırmaları, aşağıda fotoğrafta göreceğiniz gibi butlar halinde, bütün şarküteri reyonlarının tavanlarına asılı olarak teşhir ediliyor.
La Boqueria’dan sonra yönümüzü, La Rambla’nın denize doğru sol kıyısında bulunan Barri Gothic’e çevirdik. Burası tarihi Gotik binaların bulunduğu, dar sokaklardan oluşan, aynı zamanda gizemli bir atmosferi olan çok eski bir yerleşim bölgesi. Bu sebeple turistler için popüler yerlerden biri. Dar sokaklar üzerinde çok sayıda kafe ve butik mağaza bulunuyor. Bu bölgeyi birinci gün şehrin acemisi olarak hızlı dolaştığımız için üçüncü gün tekrar zaman ayırarak doyasıya dolaştık. Barcelona’da kesinlikle keşfedilmesi gereken bir bölge.
Barri Gothic aynı zamanda Plaça Reial, Plaça Sant Jaume meydanlarına ve Barcelona Kathedrali’ne de ev sahipliği yapıyor. Bölgenin içinde bir sokaktan başka bir sokağa girip çıkarken mutlaka buralardan geçiyorsunuz.
Plaça Reial arada kalmış hoş bir meydan. Burada bulunan kafelerin birinde, çok güzel bir kahve içip mola verdik. Plaça Sant Jaume, Katalalonya parlementosunun ve belediye binasının olduğu önemli bir meydan. Binaların üzerinde “Katalan parlamaneterlere özgürlük" yazan afişler ve Katalonya bayrakları asılıydı. Barselona Kathedrali ise şehrin en heybetli yapılarından biri. Gotik mimarisi ile dikkat çekiyor. Giriş ücreti 5£.
İspanya’da seyahatimiz boyunca bir çok kathedral dolaştık. Bu sebeple Hristiyanların kutsal alanları hakkında küçük bir araştırma yaptım. Kısaca yazmış olayım; Kathedral şehrin en büyük kilisesi, aynı zamanda da idari bir makam olan psikoposluğun o şehirdeki merkeziymiş J.
Plaça Reial arada kalmış hoş bir meydan. Burada bulunan kafelerin birinde, çok güzel bir kahve içip mola verdik. Plaça Sant Jaume, Katalalonya parlementosunun ve belediye binasının olduğu önemli bir meydan. Binaların üzerinde “Katalan parlamaneterlere özgürlük" yazan afişler ve Katalonya bayrakları asılıydı. Barselona Kathedrali ise şehrin en heybetli yapılarından biri. Gotik mimarisi ile dikkat çekiyor. Giriş ücreti 5£.
İspanya’da seyahatimiz boyunca bir çok kathedral dolaştık. Bu sebeple Hristiyanların kutsal alanları hakkında küçük bir araştırma yaptım. Kısaca yazmış olayım; Kathedral şehrin en büyük kilisesi, aynı zamanda da idari bir makam olan psikoposluğun o şehirdeki merkeziymiş J.
Artık birinci günün akşamında iyice yorulmuş ve acıkmıştık. İspanyol mutfağıyla tanışmamızın zamanı da gelmişti. Akşam yemeği için Pınar, Google’layarak Bar Jaica adındaki bir tapas barı seçti. Merkezi bir yerde değildi. Daha çok lokal bir bar görünümü olmasına rağmen turistlerin de geldiği bir mekan olduğunu anladık. Menüyü inceledikten sonra benim biraz garantici yanımdan dolayı şu tapasları sipariş ettik; Katalan ekmeği, patatas bravas, kalamar tava, tavuk nugget ve katalan birası. Yeşil zeytini, biranın yanında ikram olarak getirdiler. Merak edenler için yazayım bu yemeğin maliyeti 25,75 £.
Yeri gelmişken İspanya’daki yemek kültürüne dair gözlemlerimi paylaşayım.
YEMEK KÜLTÜRÜ
Bizdeki atıştırmalık ya da mezelere benzeyen tapaslar İspanyol mutfağında önemli bir yer tutuyor. Öğle ve akşam yemeklerinde içkinin yanında çeşit çeşit tapas sipariş ediliyor. Tapaslar da genellikle deniz ürünlerinden ve kızartmadan ibaret.
En çok pazarlanan , en ikonik ve en geleneksel yemekleri, paella. İçine kalamar, karides, midye gibi deniz ürünlerinin ve kabuklularının konduğu bir tür pilav aslında. Düşününce tahayyül etmesi hiç de zor değil. Bizde nasıl tavuklu ve etli pilav yapılıyorsa oralarda da içinde deniz ürünlerinin olduğu zerdeçallı pirinç pilavı yapılıyor J Biz hem Barcelona’da Port Olimpic’te hem de Malaga’da yedik. Benim damak tadıma uyduğunu söyleyemem. Oralara kadar gitmişken İspanyolların en meşhur yemeğini yememek olmazdı. Paella macerası orada başlayıp bitti benim için.
Soğuk sandviç kültürü inanılmaz yaygın. Her markette, her pastanede, her barda domuz pastırmalı peynirli sandiviçler satılıyor.
Geleneksel alkollü içecekleri Sangria ve Cava. Sangria kırmızı şarabın içine elma, kabuklu portakal dilimlerinin konduğu hafif bir şarap türevi. Cava ise İspanyolların şampanyası. İkisinin de içimi keyifli ancak Cava kesinlikle favorim.
Geleneksel alkollü içecekleri Sangria ve Cava. Sangria kırmızı şarabın içine elma, kabuklu portakal dilimlerinin konduğu hafif bir şarap türevi. Cava ise İspanyolların şampanyası. İkisinin de içimi keyifli ancak Cava kesinlikle favorim.
İspanyollar kahvaltıyı churros dedikleri bizdeki lokma/pişi benzeri bir yiyecek ile yapıyorlar. Churros çikolota sosuyla ikram ediliyor. Sade bir kahve eşliğinde çikolota sosuna bandırarak kahvaltılarını yapıyor İspanyollar. Biz saat 5 atıştırmalığı olarak Sevilla'daki en iyi yapan restoranların birinde tattık churros’u. Tahmin ettiğimiz gibi çok bir olayı yoktu. J
Akşam yemekleri kesinlikle geç yeniyor. Restoranlar 21:00’den önce nadiren açılıyor. Sevilla’da yağmurdan korunmak için saat 21:00 civarında bir restorana girmiştik. İçerde kimsecikler yoktu. 5-10 dk sonra İspanyollar çiftler ve büyük gruplar halinde mekanı birden doldurdular.
Barcelona’da bir İtalyan restoranına girmiştik. İçerde 4 kişilik birkaç masa boştu. Garson biz 2 kişi olduğumuz için bu masalara oturtmadı. Beklememizi söyledi. Bu bana çok ters geldi, İçten içe çok kızmıştım; elbetteki beklemedik, mekandan ayrıldık. J
. 2. Gün
La Sagrada Familia, Arc de Triomf, Parc de la Ciutadella, Plaza de Espana, Màgica de Montjuïc, Castell de Montjuic , Poble Espanyol
La Sagrada Familia, Barcelona’nın dünyaca ünlü kilisesi. Daha doğrusu bazilikası, büyük kilise olarak düşünebilirsiniz. Dahi mimar Antoni Gaudi’nin de en önemli eseri. Klisenin hikayesi ilginç. İspanyollar şehre büyük bir kilise yapmaya karar veriyor. 1882 yılında ilk kazma vuruluyor. Sonrasında mimarla projeyi yöneten dernek arasında anlaşmazlık çıkınca mevcut mimar projeden çekiliyor. 1883 yılında Gaudi projeye dahil ediliyor. Tüm hayatını da bu projeye adıyor. Klise o kadar karmaşık ve fantastik tasarlanmış ki inşaatı halen tamamlanmış değil. Tamamlanma tarihi olarak 2026’yı gösteriyorlar.
La Sagrada Familia Barcelona’nın en önemli sembolü. Barcelona’ya ayak basıyorsanız mutlaka burayı ziyaret etmelisiniz. Biz ikinci gün sabahına planladık burayı. Giriş biletleri internetten alınıyor. Saat 10:00 girişi için biletlerimizi audioguide'lı olarak 26’şar Euroya aldık. Burası ayrıca La Rambla’dan yürünerek ulaşılacak bir yer değil. Metro ile gelmek durumundasınız.
3. Gün
Casa Batllo, Casa Mila, Eixample, Nou Camp, Casino Barcelona, Port Olimpic,
Gaudi öyle büyük bir ustaymış ki şehri neredeyse kendisi var etmiş. La Sagrada Familia dışında şehirde mimarlık harikası birçok yapı tasarlamış. Onlardan ikisi Casa Batllo ve Casa Mila Bu iki bina da La Rambla’ya yürüme mesafesinde olan Eixample bölgesi içindeki Passeig de Gracia caddesi üzerinde bulunmakta. La Rambla’dan Katalonya Meydanı'na çıkıp Passeig de Gracia caddesi boyunca yürümeye başlarsanız karşınıza önce Casa Battlo çıkıyor. Casa Battlo farkedileceği üzere apartmanlar arasında kalmış sıra dışı bir yapı. En dikkat çekici bölümü caddeye bakan ön cephenin üst kısmındaki sürüngen sırtını andıran çatı kısmı. Buraya ön cephedeki balkonların ince sütunları nedeniyle kemikler evi de deniyor. Gaudi burayı İspanyol bir iş adamı için yapmış. Binanın dışı kadar da içi de etkileyici, çok ince ayrıntılar düşünülmüş. Lakin ben ben içeri girmeyi tercih etmedim. Giriş ücreti 25£.
Casa Batllo’dan sonra biraz daha yürürseniz karşınıza bu sefer Casa Mila çıkıyor. Casa Mila’nın Gaudinin La Sagrada Familia’dan sonra en büyük ikinci eseri olduğu söyleniyor. Burası çağının çok ötesinde apartman binası olarak tasarlanmış. Dış cephesi tamamıyla doğal taştan yapılmış ve farkedeceğiniz üzere düz görünümlü değil dalgalı bir yapıya sahip. Binanın üst kısmında ilginç bacalar ve şekiller bulunuyor. Bununla birlikte asıl şaşırtıcı unsurların içeride olduğu söylendi. Ancak ben yine içeri girmeyi tercih etmedim. Giriş ücreti 24£.
İki muhteşem binayı gördükten sonra Eixample bölgesini dolaştık. Bu bölge içerisinde çok modern çok zarif binaların olduğu zengin bir muhit. Uluslarası tanınan lüks mağaza ve restoranlar da bu bölgede bulunuyor. Hava çok güzeldi, Pınar’la doyasıya dolaştık bu bölgeyi.
Nou Camp turundan sonra kendimizi ödüllendireceğimiz akşam yemeği için Port Olimpic bölgesine geçtik. Port Olimpic 1992 Barcelona olimpiyatları sırasında yapılmış bir liman. Üzerinde sıra sıra dizilmiş kafe, bar ve restoranlar bulunuyor. Buranın hemen girişinde Casino Barcelona adında çok güzel, çok lüks bir kumarhane bulunuyor. Böylece hayatımda ilk kez bir kumarhaneye de girmiş oldum.
4.Gün
Gothic Quarter (tekrar), El Born, Picasso Müzesi, Catalonia History Museum, Palau de Mar, Port Vell,
Üç günün sonunda o kadar çok yürüyüp o kadar iyi gezmiştik ki artık Barcelona’ya iyice alıştığımızı hissediyorduk. Dördüncü gün nispeten hafif yoğunlukta bir gündü bizim için. Artık serbest dolaşmaya karar verdik. Bir şekilde keyif günü olacaktı bizim için. Bu sebeple ilk gün çok sevdiğimiz Gothic Quarter’ı tekrar dolaştık. Ardından El Born ve Port Vell’i ziyaret ettik.
5. Gün
Barcelonata (tekrar) Tren İstasyonu (Endülüs'e Yolculuk)
Malaga’ya hızlı tren bileti almıştık. Tren saat 15:50'deydi. Bu sebeple kaldığımız yere yakın olan Barcelonata'yı tekrar dolaştık. Fazla kalmadan da evimizden ayrılıp hızlı tren için istasyona geçtik.